Bu Ben Miyim?
- Şeyma Demirci Yıldırım
- 9 Oca 2022
- 3 dakikada okunur

Ebeveynlerimiz; yeryüzüne henüz anne karnında bir varlık olarak düştüğümüz ilk andan itibaren maruz kaldığımız bireyler. Doğmadan önce annenin kalp atışı, babanın sesi derken dünyada kurduğumuz ilk iletişim onlarla oluyor. Bir birey olarak fikirlerimiz, duygularımız, karakterimiz oluşurken en çok onlardan etkileniyor, onları örnekliyoruz. Gelişim sürecinde bir çocukken ebeveynlerimizin davranışlarını sorgulama gibi bir yetimiz olmuyor, gördüğümüz her şeyin doğru ve olağan olduğunu algılıyoruz. Bu süreç bizler birer yetişkin olana kadar uzayıp gidiyor ve belli kültürler böylelikle meydana geliyor. Sahip olduğun herhangi bir özelliğin anne ya da babandan; hatta 7 kuşak önceki bir akrabandan miras kalmış olabilir. Çünkü bir kişinin sahip olduğu herhangi bir özellik yetiştirdiği çocuklara, daha sonrasında da yeni gelecek nesillere aktarılıyor. Bizler birer yetişkin olduğumuzda dahi geçmişten gelen bu mirası taşımaya devam ediyoruz -hiç onaylamasak bile-. Böylelikle belli bir aile ya da toplumun kültür sınırları belirginleşiyor. Bir insanla tanışırken sorduğumuz ilk sorular arasında memleketinin oluşu bile bu yüzdendir çünkü o topluma ait olan belli başlı kalıp yargı, davranış ve yaşayış biçimlerine sahibizdir. Bu konuda daha net bir örnek verecek olursam; 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi kamplarında işkencelere maruz kalıp sağ kurtulmayı başarmış kişilerin yoğun anksiyete ve depresyon gibi psikolojik sorunlar yaşadığı; kendilerinden sonra gelen kuşakların da insanlara karşı güven problemi yaşayıp, otoriteye karşı oldukları gözlemlenmiştir.
Evli insanların birçoğundan evlendiği bireyin aynı ev içerisinde bambaşka bir insana dönüştüğünü duymuşsundur. Bu durum her iki bireyin de kurdukları yeni ev düzenlerini yetiştikleri aile ortamına uydurmaya, alışkanlıklarını ve kendi doğrularını kurdukları aile ortamında da sürdürmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır. İki taraf da miraslarından çok memnundur ve karşı tarafın yanlış davranışlar sergilediğini savunurlar çünkü yukarıda da belirttiğim gibi bizler karakterimizin geliştiği dönemlerde yetiştiğimiz ortamı sorgulayamaz, örnekleriz. İnsanlar sevgiyi gösterme biçimlerini, hayattaki doğru ve yanlış kalıplarını, ani değişimlere gösterdikleri tepkileri, diğer bireylerle kurdukları ilişkilerdeki tutumlarını ailelerinden alırlar. Fakat bu bize kalan mirasın tamamının olumlu ya da bizim için doğru olduğunu kanıtlamaz. Yetişkinlik dönemimizde de bu sorgulamayı yapmayı öğrenemezsek eğer sahip olduğumuz negatif davranışları haklı görmeye ve ilişkilerimizi zedeleyip kendimize ve sevdiklerimize istemeden de olsa zarar vermeye devam edebiliriz.
Kuşaklar boyu aktarılabilen bu davranışları fark etmek oldukça zordur, çünkü bu bizim hayatımızın normalidir. Bu konuda farkındalığını arttırmak için öncelikle kendinde seni içten içe rahatsız eden davranışlarını sorgulayabilirsin. Daha sonraki adım olarak da seni gerçekten tanıyan sevdiğin bazı insanlardan genel olarak davranışlarını yorumlamalarını isteyebilirsin. Genel olarak diye belirtiyorum çünkü böylelikle insanlara olumlu olumsuz yönlendirme yapmadan kendin hakkında objektif yorumları duyabilir ve kendini istediğin gibi karşı tarafa ifade edebiliyor musun, bakabilirsin. Sonunda kendini daha iyi tanıyabilmeni sağlayacak bir liste oluşturmuş olacaksın. O listedeki değişmesini isteyebileceğin davranışlarını sorgula;
· Neden böyle davranıyorum?
· Ne hissettiğim için böyle davranıyorum?
· Böyle hissetmeme ne neden oluyor?
· Gerçekten böyle hissetmemi ve davranmamı gerektirecek bir neden var mı?
· Bu davranış aslında benim davranışım mı, yoksa bana miras mı kaldı?
· Bu tepkiyi veren ben miyim?/ Bu tepkiyi verirken ben aslında kimim?
Ebeveynlerimizden miras kalan davranışlarla ilgili okuduğum bir deneme yazısında çok güzel bir örnekle karşılaştım. Bir kişi çocukluğunda yeterince sevgi görmeden büyüdüyse şayet ilerideki yaşamında eşine ve çocuğuna sevgisini farklı yollardan ifade etmeye çalışacaktır. Örneğin onların maddi ihtiyaçlarını karşılamak onun için bir sevgi göstergesiyken eşi ve çocuğu için bu tavır sevgisizlik olarak yorumlanabilir. Ancak bu kişi sevgisini göstermenin başka bir yolunu bilmemektedir. Bu gibi durumlarda iki taraf da kendini haklı görecektir ancak haklı olmaktan daha önemli olan şey problemin fakına varıp çözüm yolu aramaktır. Sevgisiz büyüyen bireyin “ben ne gördüysem kat kat fazlasını yapmaya çalışıyorum” demesi kurban psikolojisinden çıkamamasına neden olacaktır. Böyle durumlarda insanlar %100 değişim göstermesek de –ki çoğu zaman %100 değişim gerekmemektedir- çabaladığımızı görmek isterler. Farkındalığın ve çabanın yarattığı belki %10’luk kısım bile ilişkilerimize çok büyük bir mesafe aldıracaktır.
Günlük hayatımda konforsuz hissettiğim anlarda kendimi sorgularım. “Bu durum karşısında hissettiğim benim duygularım mı? Bu davranışlar benim mi yoksa mirasın bir parçası mı? Bu ben miyim?” Sonuç genellikle şaşırtıcı oluyor, çoğu zaman o davranışların benim kişiliğimin değil; mirasımın bir parçası olduğu gerçeği yüzüme tokat gibi iniyor. Farkına varmak kendimi daha iyi tanımama ve davranışlarımı daha kolay kontrol edebilmeme yardımcı oluyor. Elbette kendimi %100 oranla değiştirmeye uğraşmıyorum, çünkü istediğim şey kendimden başka birine dönüşmek değil; var olduğum kişinin en iyi versiyonuyla tanışmak.
Yeni tanıştığın bir insanla ilgili neleri merak edebilirsin bir düşün ve kendi kendine bu soruları sormaya başla. En sevdiğin çiçek, kendini en huzurlu hissettiğin ortam, gelecekte kurmak istediğin hayat… Aklına gelebilecek her soruyu. Kendini tanıdıkça kişiliğin ve mirasın arasındaki farkları daha kolay ayırt edecek ve kendin olmayan kısımlarla daha kolay baş edeceksin. Her gün bir önceki günden daha çok tanı kendini, bak bakalım bu sen misin? ❣
Comments