Kötüyü Kötüleştirmek
- Şeyma Demirci Yıldırım
- 31 Eki 2021
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 7 Kas 2021

Yaşamın bir imtihandan ibaret olduğu algısı büyük kitlelerce kabul görmüş bir inanıştır. Elbette tecrübe ettiklerimiz kolaylığıyla başımızı döndüreceği için ya da adımızı yazıp “Haydi ben kaçtım!” diyebildiğimiz için imtihan denmemiş adına. Dünya görüşün, inancın ne bilmiyorum ancak en azından hepimizin yaşam serüveni boyunca iyi anılar kadar kötü anılarla da bezendiği, sınandığı konusunda birçoğumuz hemfikiriz. “İyi anılar kadar kötülerle de sınanmak derken, insan iyilerle de sınanır mı?” dersen, aynen öyle; biriktirdiğin olumlu olumsuz ne varsa hepsiyle sınandığını -hatta çoğu zaman iyilerle daha çok sınandığını- ve yaşadığın her şeyin sana bir anlam katmak için seni bulduğuna inananlardanım. Bugün bahsedeceklerim madalyonun “kötüyle sınanmak” kısmıyla ilgili ancak, amacım senin ve benim hayatlarımızda odağımızı kötüde bile iyiyi bulabilmeye çevirmek, durum ne olursa olsun yaşadığın anı olabildiğinin en iyisi yapmaya çalışmak, en azından kötüyü daha da kötü bir hale getirmemeyi öğrenmek.
Şu anda bugüne kadar yaşadığın kötü anlarını zihninde canlandır desem, bu alarmın sesini bekliyormuş gibi, hepsi zihnine hücum mu eder yoksa iyiler arasından onları ayıklamakta zorlanır mısın bilmem, ki bu senin hayatta şanslı olup olmamandan ziyade hayata -iyimser ya da kötümser olmakla birlikte- nasıl bir perspektifle baktığın konusunda fikir verebilecek minicik bir adım, ama muhakkak sabrının, ruhunun sınandığı anlar yaşadın. Her zaman olduğu gibi kendimize yoğunlaşalım bakalım, bu aklına gelen kötü anılarında nasıl yollar izledin? O yollar genellikle benzer yollar mıydı? Acıyı reddedip yokmuş gibi yapmayı mı, onu kabullenip yaşamayı mı tercih ettin yoksa o acıyı o kadar kabullendin ki elini tutup bırakmamaya, içselleştirip kişiselleştirmeye mi başladın? Nasıl bir örüntüde var oldun, yetiştin bilmiyorum ancak geçmiş ya da güncel hayatında başkaları ya da sen tarafından beslenmeyen bazı iç yönlerin seni başına gelen her kötü şeyde sorumluluğu reddedip karşı tarafa atmaya yönlendirebildiği kadar dünya yansa kendinden bilecek birine de dönüştürebilir. Bunlardan muzdaripsen eğer temelinde mantık aramak zorunda değilsin, bilincinin dışında gerçekleştiklerini -ancak artık farkındalığını geliştirebileceğini umut ediyorum- bilmelisin. Koca bir yetişkin olup içten içe sorumluluğun sana ait olduğunu bilsen de kabullenemiyor, kararlarının arkasında duramıyor, dolayısıyla da gelişim gösteremiyor olabilir ya da zihninden geçen suçlamalarına kendin bile inanmıyor ancak yine de suçu “sende” aramaktan kendini alıkoyamıyor olabilirsin.
Öncelikle suçlamalarının okunun ucunda başkaları varsa kötü haber şu ki; hayatında aldığın kararlar aslında senin sorumluluğunda. Ancak o kararları alırken iyisi ve kötüsüyle sonuçlarına katlanabileceğini kabul ettiğinde, sonuçlar olumsuz olsa da kararlarının arkasında durabildiğinde olgun bir davranış sergilemiş oluyorsun. Çünkü olumlu sonuçları üstlenmek kolaydır fakat sen olumsuzların sana düşen kısmını da üstlenebilirsen eğer yanlışları ancak böyle düzeltebilir, kötüyü iyiye böyle meylettirebilirsin. Fakat sorumluluğunu almayıp senin görevlerini başkalarının yapmasını, senin düzeltmen gerekenleri başkalarının düzeltmesini beklersen maalesef daha çok beklemen gerekir. Karşı taraf buna ne kadar istekli olursa olsun anahtar senin elindeyken kimse başka anahtarları ne kadar yontsa da o kapıyı açamayacak. Ya anahtarı ya kilidi kıracak ki bu geçici bir çözüm olur, kapı açılsa da onarmak zorunda olduğun bir sorun olmaktan çıkmamış, aksine daha da büyümüş bir sorun haline gelecek. E sen açsana onu elinde durumu değiştirmenin gücü varken, ne istiyorsun güzelim kapıdan? Ne istiyorsun içinde kapısı kilitli olan, sen tarafından keşfedilmeyi bekleyen o güçlü yanlarından? Başarabilmenin hazzını yaşat kendine, durum kötüyken daha da zorlaştırma. Evet, kendini şanslı insanlar kategorisinde görmeyebilirsin; hayat sana iyi davranmamış, örselemiş, çok sınamış olabilir ancak bazen gelişmenin, öğrenmenin, güçlenmenin en kolay yolu tam da buradan geçer. Proloterapi diye bir tedavi yöntemi duymuş muydun daha önce? Kronik kas-iskelet sistemi rahatsızlıklarında kullanılan, problemli bölgeye tahriş edici bir çözeltinin enjekte edilmesiyle doku onarımını tetikleyen bir tedavi yöntemidir kendisi. Enjekte edilen çözelti o bölgede kasıtlı iltihaplanma oluşturup beyne bölgeyi iyileştirmesi, onarması için sinyal gönderiyor tabiri caizse. Bir kere de uygulanmıyor bildiğim kadarıyla, gerek görüldüğü sayıda kasten doku tahribi oluşturmak için uğraş veriliyor. Parmağını kestiğinde beyninin orayı onarmak için bedenini yönlendirmesi gibi tıpkı, o tahribat tedavi sonrası dokunun eskisinden de sağlam olmasını sağlıyor. Ne dedik; bazen güçlenmenin en kolay yolu zarar görmekten geçer. Bilim şaşmaz arkadaşlar. ☺
Şimdi de okların ucu sendeyse kısmıyla ilgilenelim. Seninle ilgisi olsun ya da olmasın çevrendeki tüm olumsuzluklardan kendini sorumlu hissediyor olabilirsin. Bu seni hayatını kaskatı kurallarla, mükemmeliyetçi bir yaklaşımla yaşamaya zorluyor ve bu kadar çok şeyi kontrol altında tutmaya çalışmak seni yoruyor olabilir. “Bunu da yapsaydın belki böyle olmayacaktı, al işte yine eksik yaptın, yine beceremedin!” deyip duruyorsun belki kendine, dedim ya senin sorumluluğun olmayan şeylerde bile. Çalıştığın şirket mi battı, sevdiklerinden birinin canı mı yandı, ne bileyim zelzeleler mi oldu hepsinde kendinin eksiğini görmeye eğilimli olabilirsin. Şu soruları sor kendine; “Emek vermem bir şeyleri değiştirir mi? , Gerçekten emek verecek bir şey yaptım mı? , Kendime yüklediğim bu sorumluluk gerçekten benim miydi yoksa başkalarının görevini mi üstlenmeye çalıştım? , Benim de sorumluluk payım varsa üzerime düşeni yaptım mı yoksa beklentim sınırlarımı aştığı için mi yetersiz hissediyorum?” Gerçekten emek vermek gerekiyordu ve sen vermediysen eğer, eksiğini kabullen ancak kendini paralama, bundan dersini çıkar ve hayatının sonraki evrelerinde ver o emeği gereken kişiye ya da eyleme. Ancak tüm soruları düşündüğünde derinlerinde bir yerde kendi sorumluluğun olmayan şeyleri üzerine almaya çalıştığını, değiştiremeyeceğin ya da müdahale edemeyeceğin durumlar için kendini suçladığını, verdiğin emek senin üst sınırınken kendini hala zorlamaya çalıştığını fark edersen eğer; kendi en büyük sınavını kendinin yarattığının da farkına var. Zorun ne kendinle? Yaşamında bir yerlerde sorumluluğun olmayan şeylerden sorumlu tutulmuş, başkalarının kahramanı gibi hissettirilip her şeyi senin çözmen beklenmiş ya da eksik ve yetersiz hissettirilmiş olabilirsin ancak neden bu örüntüyü kendin devam ettirmeyi tercih ediyorsun? Bırak herkes sorumluluğunun getiri ve götürülerini kendi üstlensin, bırak kendini makine gibi görüp insani sınırlara sahip değilmişsin gibi davranmayı, bırak hata yapma lüksünü kendi elinden almayı. İnsansın, ne herkesi iyileştirmek ne de her şeyi mükemmel yapmak zorundasın. O emeği verdiğine inanıyorsan ve sonuç yine de olumsuzsa ruhunu şu kabullenişe razı et artık; bazen ne yaparsak yapalım ne yaşadıysak tam da onu yaşamamız gerekiyor işte. Ne kadar çırpınırsak çırpınalım. Demek ki bu konuda öğrenilecek şeylerimiz, pişecek yanlarımız varmış. Durum halihazırda zorken bakış açınla daha da zorlaştırma. Kendine yüklediğin bu sorumluluk neticesinde değerlendirecek olursak, dünyaya dünyanın seyrini değiştirmeye geldiğine, bir şeyleri çözebileceğine bu kadar inanıyorsan eğer bunu kendini harap ederek değil, kendine iyi davranarak yapabileceğini unutma. Savaşları tek bir kişi çıkarmaz ama bazen tek bir kişi seyrini değiştirebilir, eminim ki o da kendine yetersiz olduğunu söyleyip duran biri olmamıştır bugüne kadar.
Hayatla mücadele ettiğimiz değil; kimi zaman hızlı, kimi zamansa yavaş ritimli şarkılarla ona uyum sağlayarak dans ettiğimiz bir ömür diliyorum ikimize de. ❣
( Proloterapi tedavileriniz için annemin pek sevgili doktoruna başvurabilirsiniz:
Comments