Pandemiden Kalanlar
- Şeyma Demirci Yıldırım
- 11 Nis 2021
- 4 dakikada okunur

Sevgili okurum, Gönül Akkor’dan Nasıl Geçti Habersiz şarkısı eşliğinde sohbet tadındaki yeni yazıma hoş geldin. Başlıktan da (şarkıdan da) anlayacağın üzere; seninle biraz pandemi sürecinden bahsedelim istiyorum. Geçen yazımda yine bu süreçle çok ilgili olan hislerinin bağışıklığın üzerindeki etkilerinden konuşmuştuk, bu hafta bizzat kendisini, bizleri nasıl etkilediğini irdeleyelim istiyorum. Az değil koca bir yılımızı bir şekilde salgın tedirginliğinde geçirdik, hala da bu tedirginliğimiz son bulmuş değil. Şimdi “Bir yıl içerisinde bu meret bize neler etti?” ana fikrini konuşalım.
Birisi 2020 yılının Mart ayına kadar bizlere “maskelerle dolaşacağız, evlere kapanacağız, en ufak tıksırıktan korkacağız, ansiyeteler tavan yapacak, bilmediğin takıntıların doğacak” dese hepimiz bir ağız dolusu gülerdik herhalde. Şahsen ben Çin’deki vakalar duyulduğunda bizlere uğrayacağına ihtimal bile vermiyordum, hep de Pollyanna olunmaz ki! Fakat vakit geçti, o salgın bizleri de vurdu. Dünya mal, mülk, toprak, para derdinde canlar yakarken, kendi canının derdine düştü. Hatta hep birlikte öyle can derdine düştük ki mantıklı mantıksız demeden her gördüğümüze, duyduğumuza inanmaya ve uygulamaya başladık. Salgın henüz Türkiye’de baş göstermemişken belki kalp-sara krizi geçiren, şekeri düşen, ayılan bayılan insanların videoları sosyal medya hesaplarımızda anasayfalarda, keşfetlerde “Koronovirüs’ün etkileri” diye boy göstermeye başlamıştı. Hayatında salgına dair en büyük fikri filmlerden edinmiş bunca insan ilk kez karşılaştığı bir probleme karşı ancak bu kadar korkutulup sindirilebilirmiş.
Hatırlıyorum, ülkemizde ilk vaka açıklandığı günden itibaren evde olmama rağmen ellerimi 30 saniye yıkadığım olurdu ki zaten ellerimi normal şartlarda da çok sık yıkayan, dışarıdan geldiğimde telefonumu dezenfekte eden, temizliğime fazlasıyla dikkat eden bir insandım. Haberlerde sağlık çalışanlarının çeşitli röportajlarını dinledik. Hiç unutmam bir hemşire “Ellerimizi nasıl yıkamalıyız?” sorusunu –bu süreçte elini yıkamayı bilmeyen insanların var olduğunu da öğrenmiş olduk- bizzat göstererek açıklarken “musluğa biraz önce pis ellerimle dokunduğum için yıkadıktan sonra dokunmamalıyım” demişti. Bende filmin koptuğu yerlerden biridir bu röportajı izlemem. Aylarımı hiçbir yere –abartmıyorum- dokunmadan geçirdim. Bir yere dokunacaksam da hala peçeteyle dokunuyorum, böyle büyük bir irritasyon yarattı çünkü. İlk aylarda dışarı çıkmam gerektiğinde giymek için belirlediğim birkaç kıyafet dışında hiçbir şey giymiyor, eve gelir gelmez de giydiklerimi yıkıyordum. Selpaklar, tek kullanımlık eldivenler, ıslak mendiller... Şu israfı, yarattığımız atığı bir düşünün. Şimdilerdeyse araştırmaların sonucuna göre yüzeylerden Koronavirüs bulaşma oranının 10 binde 1'den az olduğu söyleniyor. En az lise eğitimi almış herkes virüsler hakkında az çok bilgiye sahiptir aslında, yaşamaları için canlı bir konağa ihtiyaç duyduklarını bilmiyor değiliz fakat öyle güçlü bir algı yönetimiyle insanların beyni bulandı ki mantıksız olduğunu bile bile sorgulamadan birçok şeyi yapmaya başladık. Yaptıkça da rahatlamamız gerekirken daha çok gerildik. Marketten aldıklarımızı yıkadık, caddeleri, sokakları yıkadık. Aynı evde birbirine yaklaşamayan, sevdikleriyle görüşebildiği tek yer akıllı telefonu olan, salgın sebebiyle yeterince gerilmemiş gibi sarılmak kadar güzel bir ruh ilacından da uzak kalan sevgisiz, mutsuz ve tetikte koca bir insan sürüsüne dönüştük zamanla. Bizler kültürümüz gereği yakın teması çok seven bir milletken birbirimizi camlar ardından izleyecek hale geldik bir dönem. Bu da az stresli bir toplummuşuz gibi stresimize tuz biber oldu. İnsanlar planları ertelendikçe, hayatına yön veremedikçe, sevdikleriyle uzaklaştıkça daha umutsuz bir hal almaya başladılar. Karantina günlerinin bunca can sıkıcı yönünü biraz olsun çekilir hale getirmeye ant içmiş gibi hep birlikte bir şeylere verdik kendimizi; yeni tarifler denemeler, spora başlamalar, zibilyon kitap satın almalar, hobiler… Kendini zoraki eve kapanmaya alıştıran insanlar, üzerine dahası eklendikçe, süreç uzadıkça kendine yetememeye, sıkılmaya başladı. Bu süreçte bizler evlerimizde sıkılmaktan yakınırken maddi kaygılarla ya da görev icabı –sağlık çalışanları gibi- “sevdiklerime benim yüzümden bir şey olacak” korkuları içerisinde işine gitmek zorunda kalan birçok insan da vardı mesela. Bir de hiçbir yasağa, kurala uymayan, kendi de dahil kimseyi düşünmeyen serseri mayınlar. Aylarca evinden çıkmamış onca insanın emeklerini heba ettiklerini farkında bile olmadan, hiçbir endişe duymadan eski yaşamına devam etmeye zorlayanlar. Tüm bu kaos bizlere sadece bir yıl içerisinde ne kadar farklı bir yerde olabileceğimizi, önceliklerimizin ne olması gerektiğini, sabit bir gelirin önemini, hayatta kafa yorduğumuz çoğu şeyin ne kadar anlamsız olduğunu, sevdiklerimizin, kendimizin ne kadar önemli olduğunu öğretti bir bakıma. Daha eklemediğim niceleri ve de.
Zamanla salgın konusunda daha mantıklı kararlar vermeye başladığımızı düşünüyorum. Sürecin başında yaşanılan bunca cozutmanın tek anlamı; insanın bilinmeyen her şeyden korkmasıdır. İlk kez karşılaştık, bilgi kirliliğinin içine düştük derken mantığımız da devre dışı kaldı. Pandemi sürecinde yaşamayı öğrendikçe daha akıllıca adımlar atmaya, önlemlerimizi mantık çerçevesinde almaya başladık. Aylarca mahrum kaldığımız sevgiyi de kendimize, çevremize kontrollü bir biçimde göstermeye başladık. Demek ki neymiş, birbirimize dokununca ölmüyormuşuz. Haftalardır semptom göstermeyen, iyi izole olmuş insanlarsak birbirimize sarılabiliyormuşuz. ☺
Dünyada her gün yaklaşık 25 bin kişinin açlığa bağlı olarak hayatını kaybettiği, sadece Türkiye’de geçen yılki verilere göre trafik kazalarında 5 bin 473 kişinin öldüğü, her yıl doğrudan veya dolaylı olarak yarım milyondan fazla kişinin grip sebebiyle hayatını kaybettiği bilgilerine bakacak olursak ölümü son bir yıl içerisinde bu kadar çok anıyor olmamız biraz şaşırtıcı bence. Karşımızda ne kadar bulaşıcılığı ve öldürücülüğü yüksek bir virüs de olsa ruhsal ve mental sağlığı yerinde olan hiçbir bireyin bile isteye birilerine bulaştırmak için çabalayacağı bir hastalık değil bu. Bu sebepten kendimizi fazlasıyla sorumlu hissedip, yapmamız gerekenden fazlasını yapmaya çalışmamamız gerekiyor. Kendimizi ve çevremizi düşüneceğiz, iyilik edeceğiz diye sınırları zorlamak, daha fazla korunmayı sağlamıyor; kendimizi yıpratmaktan, daha da irite olmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Bunları bizzat yaşamış biri olarak gönül rahatlığıyla atıp tutabiliyorum. ☺
Sevdiklerini ve kendini korumak için; bedeninize, ruhunuza, zihninize ne iyi geliyorsa birlikte onlara yoğunlaşmayı deneyebilir, çoğu kısıtlamaya rağmen önümüzdeki yıl çok daha iyi bir yerde olmak için planlar yapmaya başlayabilir, salgın sürecinin sonuna kadar da yapılması gerektiği kadar korunmaya devam edebilirsiniz.
Sağlığımızın tehdit altında olmadığı nice yıllara… ❣
Comentarios